Enflasyon Türkiye’nin kanayan yarasıdır. Çünkü ekonomik yapımız sürekli “cari açık” vermeye mahkumdur. Bu gerçeği hemen hemen her yazımda vurgularım. Ama enflasyon sorunu; bugünden yarına, bir gecede aşılacak bir sorun değildir. Dünyanın tamamı pandemiden beri krizle boğuşuyor.“Enerji krizi” önemli fiyat dalgalanmalarına yol açtı. Bu nedenle enf lasyon Türkiye’nin önde gelen sorunu olmaya devam ediyor. Ekonomiden sorumlu bakan ve Merkez Bankası müdürü değişti. Yeni bir ekip devreye girdi ve kesinlikle yeni bir döneme adım atıyoruz. Sayın Erdoğan’ın “düşük faiz” politikasında ısrar etmesi elbette idealdir. Çünkü siyaset her şeyden önce yatırımcının para tedariki sorununu çözmelidir. Yatırımcı, düşük faizle bol kredi çekerse üretim artar. Üretimin artması ekonomik büyümenin hızlanması, refahın yükselmesi demektir. Fakat Sayın Mehmet Şimşek faiz konusunda ortodoks politikaların, yani alışılmış “yüksek faiz” politikasının duayenidir. Bu durumda ne olacak? Kısa ve orta vadeli para politikaları nasıl biçimlenecek? Kısacası, gündemin en önemli sorusu budur.
Bir defa şu gerçeğin altı kalın çizgilerle çizilmelidir ki, sadece faiz artırımıyla kur aşağılara çekilmez. Ama merkez bankası faizinin (politik faiz) yükselince döviz kuru da belli bir zaman için belli seviyelerde tutunabilir. Fakat politika faizinin artması Türkiye için çözüm değildir. Bu nedenle başka yollara kafa yormak zorundayız. Örneğin, Merkez Bankası rezervleri nasıl artırılabilir? Bu kördüğümü çözmek için orta ve uzun vadede hangi programlar devreye sokulmalıdır? Bu soruları yanıtlamalıyız. Yanıtlarsak çözüm yolu bulunur. Çünkü geçmişle birlikte yaşadığımız zaman doğru yorumlanırsa, gelecek de doğru okunur.
Türkiye büyük bir “üretim üssü” haline geldi. Fakat bazı kavramların içi boşaltılıyor. Örneğin, ihracat ve ithalat arasındaki farka “cari açık” diyorlar. Olmaz!… Bu tanım asla ve asla doğru değildir. Çünkü ihracatla ithalat arasındaki farka; “dış ticaret açığı” denir. Cari açık; bir yılda ülkeye giren toplam dövizle çıkan döviz arasındaki farktır. Bir yılda ülkeye giren top lam döviz ise, yalnızca “ihracat” geliri demek değildir. Örneğin, turizm gelirleri de “girdi”dir. Hatta “gurbetçi gelirleri” bile giren dövizin önemli bir parçasıdır. Fakat en önemlisi biz dünyanın beğendiği “marka ürünler” yaratamadık. Kendimizi bildik bileli… yani cumhuriyet sürecinde yalnızca ihracat yoluyla dış dünyaya mal satmayı marifet sandık. Örneğin, tekstilde dünya deviydik. Ama dünyada “markalaşan” bir tek tekstil firması yaratamadık. Yoğurdu biz keşfettik… dünyaya biz yaydık, biz tanıttık. Ama bir tek “yoğurt markamız” yok. Maraş Dondurması bizim… ama Maraş dondurmasını İtalyan Algida ülkemizde üretiyor, bize ve dünyaya satıyor. Arçelik buzdolabı Siemens ürünlerinden geri kalır mı? Siemens ya da Alman Bosch dünyaya yayılmış… bizim dışarıda üretim yapan bir tek firmamız yok. Türkiye’de cirit atan, “üretim yapan” küçükler dışında 23 adet “büyük” Alman firması var. Ayrıca ABD, İngiliz, Fransız, Japon ve Güney Kore vs… gibi ülkelerin firmalarını saya saya bitiremeyiz. Bizim yurt dışında üretim yapan kaç firmamız var? Yabancı sermaye Türkiye’yi işgal etmiş… ve yıl sonu net karlarının büyük bölümünü kendi ülkesine transfer ediyor ve biz hala “yabancı yatırımcı” firmaların ülkemize gelmesi, kazandıklarını ömür boyu döviz olarak yurt dışına kaçırmaları için yalvarıyoruz. Bu kafalarla “cari açığı” nasıl önleyeceğiz? Elli defa ihracatla ithalat arasındaki farkı, yani “dış ticaret açığı”nı kapat… enflas yon önlenebilir mi? İhracat fazlası vermek, cari açığın sadece bir kalemini kapatmak demektir. Ama enflasyonu yenmenin tek yolu… ülkeden kaçan döviz toplamının “kontrol” altına alınmasıdır. Ama biz hala ekonomi biliminin “cari açık” konusundaki tarifinin bilincinde değiliz. Hükümet yetkilileri, medyatik sözcüler… hatta akademisyenlerin hepsi cari açığı “ihracatla ithalat arasındaki fark” olarak dillendiriyor. Yazık… yazık!…
Dışa kaçan dövizin ikinci gurubu “yabancı futbolcu” transferidir. Yabancı futbolculara verilen “ulufe”lerin enflasyonu kamçıladığını acaba kaç akademisyen” biliyor? Bir kulübün en çok 14 yabancı futbolcu transfer etme hakkı var. Türkiye’de de en az 50 futbol kulübünün yabancı futbolcu oynattığını farzedelim. Ortalama hepsinin 500 futbolcu transfer ettiklerini ve futbolcu başına en az 10 000 000 euro verdiklerini var sayarsak, yalnızca yabancı futbolculara verilen “transfer” ücretinin 5 milyar euroyu aştığı somut olarak görülür. Bu rakama maaş ve ikramiyeler… öteki özendirici ödemeler dahil değildir. Ayrıca şunu da belirtelim ki, futbolcu piyasasına dolar değil, “euro” egemendir. Neden böyle… anlamıyoruz.
Yurt dışına kaçan döviz örnekleri çoğaltılabilir. Kısacası, cari açık yurda giren dövizle, çıkan döviz arasındaki farktır. Türkiye asla ve asla enflasyon canavarını yenemez. Çünkü Türk Entelejansiyası enflasyonun temel nedenlerini bilmemektedir. Bu nedenle “cari açığın” bilincinde olmayan bir ülke enflasyona sonuna kadar boyun eğmeye mahkumdur.